Descartes Ne Demiş? Düşünüyorum, Öyleyse Varım: Bir Hikâyenin İçinden Hakikate Yolculuk
Bir hikâye anlatmak istiyorum sana… Belki de seninle aynı masada oturmuş gibi, kahvemizi yudumlarken fısıldar gibi. Çünkü bazen en büyük felsefeler, en sade hikâyelerin içinde saklıdır. Ve bazen bir cümle, bir insanın tüm dünyaya bakışını değiştirebilir. Tıpkı Descartes’in o meşhur sözü gibi: “Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Bir Karar Anı: Zihnin ve Kalbin Savaşı
Bir sonbahar akşamıydı. Yağmur, şehrin kaldırımlarına ince ince dokunuyor, sokak lambaları ıslak zeminde titrek yansımalar bırakıyordu. Ela, elinde kahvesiyle pencereden dışarı bakarken, içindeki karmaşayla boğuşuyordu. Hayatında bir yol ayrımına gelmişti. Bir yanda yıllardır hayalini kurduğu iş fırsatı, diğer yanda kalbini en çok ısıtan insan…
Tam o sırada kapı çaldı. Gelen, çocukluk arkadaşı Mert’ti. Onu her zaman olduğu gibi mantıklı fikirleriyle karşılayacağını biliyordu. Mert içeri girdi, Ela’nın yanına oturdu ve hiç vakit kaybetmeden konuşmaya başladı:
“Ela, bu bir fırsat. Şirket seni yurtdışına çağırıyor, kariyerinde büyük bir sıçrama yapacaksın. Mantıklı düşün, bu hayatında belki bir daha gelmez.”
Ela derin bir nefes aldı. “Ama Mert…” dedi yavaşça, “Burada kalırsam, onunla bir hayat kurma şansım olacak. Bu da bir fırsat değil mi?”
Zihinle Kalbin Arasında
Mert’in dünyasında her sorun, bir çözümle yanıt bulurdu. Plan yapmak, adım adım ilerlemek, duygulara çok yer bırakmamak onun doğasıydı. Kadim dostu Ela ise farklıydı. O, insan ilişkilerinin inceliklerinde yol bulur, sezgilerine kulak verirdi. Onun için bir karar sadece bir hedefe ulaşmak değil, bir anlam yaratmaktı.
İşte tam bu noktada Descartes’in sesi yankılandı zihninde. “Cogito, ergo sum.” – “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Bu söz sadece aklın gücünü değil, varoluşun özünü anlatıyordu. İnsan, düşündüğü sürece var olurdu. Düşünmek; sadece mantık yürütmek değil, aynı zamanda kalbiyle de tartmaktı.
Gerçek Varoluş: Düşünmekle Başlayan Yolculuk
Ela o gece sabaha kadar düşündü. Mert’in çizdiği mantık haritasını, kalbinin fısıltılarını, kendi iç sesini… Sabah olduğunda gözleri parlıyordu. Bir karar vermişti. Belki kimine göre riskli, kimine göre aptalca ama kendine göre doğruydu. Gidip de pişman olmaktansa, kalarak kendini bulacaktı.
Çünkü Descartes’in dediği gibi, varoluş düşünmekle başlıyorsa, o da kendi varoluşunu sorgulayarak başlamıştı yolculuğa. Düşünmeyi bırakmamış, aklını ve kalbini birlikte dinlemişti. Belki hayat onu bambaşka yerlere götürecekti ama bu kararı tamamen kendi düşünceleriyle vermişti. Ve işte bu yüzden, gerçekten var olmuştu.
Düşünmek, Sadece Zeka Değil Cesarettir
Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım” derken sadece felsefi bir ilke ortaya koymadı. Aynı zamanda bize, düşünmenin cesaret istediğini hatırlattı. Mert gibi mantığın yollarında yürüyenler de, Ela gibi duygularla yön bulanlar da kendi varoluşlarını düşünerek şekillendirirler. Çünkü düşünmek, sadece akıl yürütmek değildir; kim olduğunu sorgulamaktır, korkularla yüzleşmektir, bir seçim yapmaktır.
Ve belki de bu yüzden en derin kararlarımızda, hem zihin hem kalp el ele verir. Tıpkı Ela’nın hikâyesinde olduğu gibi…
Son Söz: Varoluşun Sessiz Cümlesi
“Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü bir filozofun ağzından çıkmış basit bir cümle gibi görünse de, aslında her insanın yaşamına dokunan evrensel bir gerçektir. Her düşünce, bizi biz yapan bir adım; her sorgu, kim olduğumuzu yeniden tanımlayan bir aynadır.
Belki sen de şu anda bir kararın eşiğindesin. Belki kalbin başka, aklın başka söylüyor. Olsun. Düşün… Çünkü düşündükçe var olacaksın. Ve var oldukça, kendi yolunu çizeceksin.